Yaşayan Gezegen Raporu: “40 Yılda Doğal Yaşamın Yarısını Yok Ettik”


Artık durun! WWF’in Eylül ayında yayınladığı “Yaşayan Gezegen Raporu 2014” (Living Planet Report), bunu çok net verilerle ortaya koyuyor. Londra Zooloji Derneği (LZD), Global Footprint Network (GFN) ve Water Footprint Network (WFN) uzmanlarıyla birlikte hazırlanan rapor, 1970 yılını baz aldığımızda, doğal yaşam kaynaklarının yarısını yok etmiş durumda olduğumuzu gösteriyor. Guardian’da yayınlanan Damian Carrington’ın yazısını, Filiz İnceoğlu’nun çevirisiyle paylaşıyor ve herkese son bir uyarı olmasını diliyoruz…

blankYeni bir analize göre, yeryüzündeki vahşi hayvanların sayısı son 40 yıl­da yarıya düştü. WWF ve Londra Zooloji Derneği (LZD) bilim insanlarının tespitlerine göre, insanoğlu sürdürülemez boyutlarda yiyecek elde etmek için hay­vanları öldürüp, habitatları kirletip tahrip ederken; bu süreçte karada, nehirlerde ve denizlerde yaşayan türlerin büyük kısmı da yok oldu.

“Gelecek hafta Londra Hayvanat Bahçe­si’ndeki hayvanların yarısı ölse, bu ana sayfadan haber olurdu” diyor LZD’nin Bi­lim Direktörü Profesör Ken Norris. “Ama bu durum doğada gerçekleşiyor. Bu hasar kaçınılmaz değil, ancak tercih ettiğimiz yaşam şeklinin sonuçları nedeniyle maa­lesef kaçınılmaz.” Norris ayrıca, yiyecek, temiz su ve hava sağlayan doğanın insan sağlığı için hayati önem teşkil ettiğini de sözlerine ekliyor.

WWF Bilim ve Politika Direktörü Mike Barratt, “Hayvan popülasyonunun yarı­sını kaybettik ve buna insan tüketiminin sebep olduğunu biliyoruz. Bu açıkça bir çağrıdır ve artık harekete geçmemiz şart­tır” diyor ve gıda ile enerjinin sürdürüle­bilir bir şekilde üretilirken, yeryüzünün daha fazla alanının sanayileşme ve or­man tahribatından korunması gerektiğini sözlerine ekliyor.

Balık, kuş ve diğer hayvan türlerinin sa­yısında görülen keskin düşüş, toplamda 3000 türü kapsayan, 10.000 farklı popü­lasyonun analiz edilmesiyle hesaplandı. Bu veriler, bilinen 45.000 omurgalının ta­mamının durumunu yansıtıyor ve ilk kez temsili bir Yaşayan Gezegen Endeksi’nin (Living Planet Index – LPI) oluşturulması­nı sağlamış oluyor.

“Londra Borsası’ndaki 100 şirketin du­rumunu gösteren FTSE 100 Endeksi’ni çoğumuz biliriz ama dünya üzerindeki türlerin ve ekosistemlerin düşmekte olan sayısının nihai göstergesini şimdiye kadar hep es geçtik” diyor LZD’den Profesör Jonathan Baillie: “Şayet tepkimizi doğru verirsek, gelecekte güvenli ve sürdürüle­bilir bir yaşam tarzı elde etmiş olacağız.”

Eğer bunu gerçekleştiremezsek, kaynakla­rın aşırı kullanımı nihayetinde bizi çatışma­lara sürükleyecek. Baillie, LPI’nın son de­rece sağlam bir gösterge olduğunu ve BM tarafından uluslararası kabul edilirliği olan, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (Convention on Biological Diversity) tarafından biyoçe­şitlilik konusunda temel bir öngörü olarak benimsendiğinin altını çiziyor.

Nehirler Sistemin Temeli

Yeni yayınlanan Yaşayan Gezegen rapo­rundaki ikinci bir endeks ise insanın “eko­lojik ayakizi”ni, yani doğal kaynakları kul­lanma oranını hesaplıyor. Şu anda, dünya nüfusu, yetiştirdiğinden daha hızlı oranda ağaç kesiyor, okyanusların yeniden oluş­turabileceğinden daha hızlı şekilde balık­ları avlıyor, yağmurun telafi edebildiğin­

den daha hızlı nehirlerden ve yeraltı su haznelerinden su çekiyor ve okyanuslarla ormanların absorbe ettiğinden daha fazla küresel ısınmaya neden olan karbondiok­sit üretiyor.

Rapor, günümüzün ortalama global tüke­tim oranı göz önüne alındığında, ihtiyacı karşılamak için gezegenimizin 1,5 katına ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Buna karşın, ABD’nin tüketim düzeyini sürdü­rebilmek için 4, Birleşik Krallık içinse 2,5 gezegene ihtiyaç var.

Hayvan popülasyonları içinde en hızlı dü­şüş, 1970’ten beri %75’e kadar gerileyen rakamlarla tatlısu ekosistemlerinde görü­lüyor. “Nehirler, sistemin temelini oluştu­rur” diyor WWF Tatlısu Kaynakları Baş­danışmanı Dave Tickner: “Yeryüzünün başına ne gelirse nehirlerde son bulur.” Mesela, Hindistan’da her yıl 10 milyar ton atık su Ganj Nehri’ne dökülüyor.

blank

İnsanlar kadar, barajlar ve gitgide sıkla­şan kuyu suyu kullanımları da tatlı su sis­temlerine zarar veriyor. Dünya genelinde 45.000’i aşkın büyük baraj (15 metre ve daha derin su seviyesine sahip olanlar) bu­lunduğu biliniyor. Tickner, suyun sağlıklı ve doğal akışını kastederek, “Bunlar, nehir­leri bin parçaya bölüyor” diyor. Son yüzyıl­da dünya nüfusu dört kat artarken, su kul­lanımı yedi kat arttı. Tickner, “Gitgide daha fazla suya aç bir yaşam tarzı benimsiyoruz” sözleriyle tehlikenin altını çiziyor.

Avrupa nehirlerinde yaşayan yılanbalı­ğı (European Eel) ve ABD’de yaşayan Hellbender semenderi gibi tatlısu türleri büyük bir azalma gösterirken, bazı tür­lerin popülasyonlarında iyileşmeler de görüldüğü saptanmış durumda. Sözgeli­mi İngiltere’de su samurlarının soyu tü­kenme noktasına gelmişti, ancak koruma çabaları sayesinde şimdi birçok ülkede yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Zenginler, “Doğal Yaşam Kaybını” Outsource Ediyor

Karada yaşayan hayvan sayısının 1970’ten beri %40 oranında azaldığı açık ve seçik or­tada. Şimdilerde izinsiz avlanma oranının doğum oranlarını geçtiği Orta Afrika’daki orman fillerinden, Bangladeş’teki Hoolock şebeğine, çayır ve engerek yılanı gibi Avru­pa’daki yılan türlerine kadar doğal yaşam tahribatı, birçok türün yok oluşuna neden oluyor. Ancak yine de, yoğun koruma çalış­maları Nepal’deki kaplanlarda olduğu gibi bu düşüşü tersine çevirebilir.

Deniz canlılarının sayısında ise başta de­niz kaplumbağaları olmak üzere toplam­da %40 oranında bir düşüş kaydedildi. Avlanma, yuvalama alanlarının tahribatı ve balıkçı ağları yüzünden boğulmalar nedeniyle kaplumbağaların sayısında %80 azalma görüldü. Bazı kuş türleri de ciddi şekilde etkilendi. Birleşik Krallık’taki çil keklik sayısı, tarımda görülen yoğunlaş­ma nedeniyle 1970’ten beri %50’lere ka­dar düşerken, Avustralya’da yaşayan kızıl kumkuşu 2005 yılına kadar geçen 20 yıl içinde popülasyonunun %80’ini yitirdi.

Hayvan popülasyonundaki en büyük dü­şüşler düşük gelirli, gelişmekte olan ül­kelerde görülürken, varlıklı ülkelerdeki koruma çalışmaları genel anlamda küçük gelişmeler elde etti. Ancak varlıklı ülkeler­deki vahşi hayvanların sayısında görülen büyük düşüş, yeni raporda baz alınan 1970 yılından çok önce gerçekleşmişti; Birleşik Krallık’taki son kurt 1680’de vurulmuştu.

blankLZD’nin Bilim Direktörü Profesör Ken Norris ayrıca, gelişmekte olan ülkelerde doğal yaşamı tahrip ederek elde edilen gıda ve diğer malzemeleri ithal ederek, varlıklı ülkeler, bu ülkelerde vahşi hay­vanların sayısındaki düşüşü “outsource” ettiklerini öne sürüyor. Örneğin, kereste, sığır eti ve soya gibi ormansızlaştırmaya katkı sağlayan ürünlerin tamamının üçte biri 1990 ve 2008 yılları arasında Avrupa Birliği’ne ihraç edildi.

 

Son söz, WWF-Birleşik Krallık CEO’su David Nussbaum’da: “Bu raporda vurgu­lanan yıkımın ölçeği, hepimiz için bir uya­rı alarmı olmalıdır. Ancak tüm ülkelerin, sürdürülebilir gelişim hedeflerine ilave­ten yeni bir küresel ısınma anlaşmasında hemfikir olma zamanının geleceği 2015 yılı, trendlerin tersine dönmesi için bize eşsiz bir fırsat sunuyor. Hepimizin -politi­kacıların, iş insanlarının ve halkın- değer verdiğimiz şeyleri koruduğumuzu garanti­lemek için harekete geçmek gibi bir nede­ni ve sorumluluğu var: Hem insanlar hem de doğa için sağlıklı bir gelecek.”